23 Kasım 2022 Çarşamba

BEYİN GÜÇLENDİRME VE BEYİN ENERJİSİNİ AKTİVE ETME

  herkese merhaba, bu gün düşünce gücümüzü ve beynimizin kapasitesini maksimum düzeyde kullanabilme yöntemleri üzerine bir yazı hazırlamak istedim.

 İnsan rutin hayatını idame ettirirken oksijen  enerjisi ve mantıksal planlama, strateji oluşturma yeteneğini kullanır.

 Bizim bu işlerin tümünü yaparken kullandığımız organımız da beyindir. Çalışma prensipleri bakımından diğer biyolojik organlar gibi kan, hormonlar  ve oksijen yoluyla işlerini sürdürüyor olsa da, sonuçlar bakımından çok farklı ve spesifik bir organdır.

 Yani beyin, kalp ya da akciğerler gibi sadece önceden kodlanmış hareket ve kasılmaları yapmak yerine, hareketi yapmadan önce hesaplama, planlama, taktik ve strateji geliştirme, kar zarar parametreleri, sebep sonuç ilişkisi ve en önemlisi daha önce hafıza ettiği bilgilere danışarak sonuç öngörme metotlarını kullanır.

 Bir beyin, bu güne kadar insan neslinin gizemlerine en az haiz olabildiği müthiş bir kompleks yapıdır.

 Hayatımızın her döneminde en büyük kolaylaştırıcımız olan bu organımıza  çok iyi bakmamız gerçeği  de yatsınamaz bir durumdur.

 Peki beynimiz için neler yapabiliriz;

 fiziksel ve zihinsel manada beynimizi koruyabilmek adına darbelerden sakınmak, sinir ve stresli durumlardan uzak durmak, kaliteli ve yeterli uyumak, dengeli ve yeterli beslenmek şeklinde ön koşullar yerine getirilebilir.

 Bunu sağladıktan sonra, beynimizi güçlendirmek ve daha verimli çalışmasını sağlama yollarına geçebiliriz.

 Hepimizin beyin gücümüzü çabucak yükseltmeye ihtiyaç duyduğumuz zamanlar olmuştur. Örneğin, bir problemi çözmek, yeni bir fikir bulmak ya da zihinsel açıdan

yorucu bir işi tamamlamak istediğimiz durumlarda beyin gücüne ihtiyaç duyarız.

 Beyin gücünü yükseltmek; özellikle, enerji için beyne yeterli oksijeni sağlayarak ve beyin hücrelerinin iletişimini optimize ederek gerçekleşir.

 Beynimiz, beyin hücreleri arasındaki kimyasal ve elektrik sinyalleriyle çalışır.

Bu kimyasallardan biri, bir merkezi sinir sistemi depresanı olarak çalışan adenozindir. Bir fincan kahve ile bloke edilen beyin adenozin alıcıları sayesinde biliş, öğrenme ve hafıza gibi beyin gücü fonksiyonlarının

 anlık  güçlenmesi mümkün olabilir.

 Unutulmamalıdır ki, aşırı kahve tüketimi beynimizi daha çok ve hızlı çalıştırmaz, sadece belli miktarda kafeyin, beyin için geçici bir uyarıcı olabilir.

 Kahvenin beyni güçlendiren yararlarını arttırmak istiyorsanız içine biraz Hindistan cevizi yağı koyabilirsiniz. Hindistan cevizinde bulunan orta zincirli trigliseridler,

beyin için büyük bir yakıt kaynağıdır.

Gün içinde kahvenizi ne kadar geç içeceğinize dikkat edin. Kafeinin yarılanma süresi 4-6 saattir, bu da; kan dolaşımınızdaki kafein konsantrasyonunun yarıya

düşmesi için bu uzunlukta bir süre gerektiği anlamına gelmektedir. Yani, çok geç saatte kahve içmediğinizden emin olun yoksa uykunuzu kaçırabilir.

 Üzerinde insana  etkileri bakımından birçok araştırma yapılan kahve ile ilgili dijital ortamlarda çok miktarda yazı ve makale vardır. Bu etkiler için internet ortamından faydalanılabilir.

 Beynin çalışma koşullarını iyileştirecek bir başka yöntem ise, metodik şekilde düzenli ve dengeli nefes terapileridir.

 Beynimiz, kaslarımızın enerji için kullandığı oksijen miktarının yaklaşık olarak üç katını kullanır.

Beyin hücreleri (nöronlar) sürekli bir taze oksijen kaynağına ihtiyaç duyar ve oksijen yoksa, dakikalar içinde ölürler.

Araştırmalara göre, zihinsel gücün fazla talep edildiği zamanlarda beyindeki oksijen seviyeleri düşer.

Zihinsel gücün fazla talep edildiği zamanlarda beyin gücünü çabucak yükseltmenin bir yolu da derin nefes alıp vererek beyne daha fazla oksijen gitmesini

sağlamaktır.

Karnımıza derin nefes alarak (diyafram nefesi), havayı ciğerlerinizin alt bölgesine doğru zorlamak, daha fazla miktarda oksijeni kan dolaşımınıza katmaya

destek olacaktır.

 Kanımızdaki oksijenin ve karbondioksitin (atık madde) yer değiştirdiği yer ciğerlerinizin derinlikleridir.

 Beyninize daha fazla oksijen sağlamanın yanı sıra, derin nefes alıp vermenin başka faydaları da şunlardır:

• Selebrospinal sıvı akışını geliştirerek, toksin maddelerin beyinden atılmasına yardımcı olmak 

• Stres seviyenizi düşürerek daha iyi odaklanmanıza ve daha net düşünmenize yardımcı olmak 

• Yaratıcılığa yardımcı dopamini salgılamak şeklinde sayılabilir.

 Birçok doğru ve faydalı nefes alma tekniği ve terapi yöntemi  bulunmaktadır, bunlardan kendinize uygun olanını kolayca bulabilir ve uygulayabilirsiniz.

 Fiziksel hareket de beynin doğru, faydalı ve dengeli çalışabilmesi adına olumlu sonuçlar verebilir.

 İnsan olarak, hareket etmek üzere yaratıldık. Ancak, günümüz toplumunda sıklıkla, uzun süre oturuyoruz. Bu hareket eksikliği, beynimize kan ve oksijen

akışını düşürüyor ve bilişsel yavaşlamayı hızlandırıyor.

Çözüm mü? Ayağa kalkın ve hareket edin!

Hareket ettiğimizde, beynimiz de buna katılır ve daha iyi düşünmemize yardımcı olur. Hareket etmek, kanın beyne daha hızlı ulaşmasını ve enerji için kullanılacak

oksijenin beynimize etkili bir  biçimde  gönderilmesini sağlar.

Hiç şu deyişi duydunuz mu: “ayaklarımın üstünde daha iyi düşünürüm”  Bir problemi çözmek için derin düşüncelere dalmış birinin neden yürüdüğünü hiç düşündünüz mü?

Birçok insan yürüyüşe çıktıklarında, sıklıkla, zorlayıcı bir problemi çözebildiklerini ya da akıllarına yeni bir fikir geldiğini fark eder.

Stanford’da yakın bir zamanda yapılan bazı araştırma ve çalışmalar, yürümenin, kişinin yaratıcılığını arttırdığı sonucuna ulaşmıştır.

Bunun sebebi,  John Ratey (M.D.)’in Kullanıcının Beyin Kılavuzu (

link A User’s Guide To The Brain)

kitabına göre, beyinde fiziksel aktiviteyi koordine eden temel kısımların düşünme eylemi için gereken düşüncelerin düzenini de koordine etmesi durumudur.

Yürümek gibi temel hareketler, beyinde derinlere yerleşmiş nöral ateşlemeyi tetikler. Bu daha iyi düşünmemize yardımcı olur.

Yürüyüş için vakit bulamıyorsak, vücudumuzdaki ve beynimize gidecek kan ve oksijen akışını hızlıca uyaracak diğer fiziksel hareketleri değerlendirebiliriz.

Kan akışını çabucak ortalama hızın  üzerine çıkarmak için favori hareketlerden birisi de,

Kolunuzla daireler çizme hareketidir.

Bu egzersiz zihin açıcı etkiyi arttıracaktır.

 Beyin ve dinamik yaşam arasındaki ilişkiyi iyi yönde tetiklemek için kullanabileceğimiz bir diğer yöntem de, beş duyu organımıza dokunmak, onları hassaslaştırma çalışmaları yapmak ve niteliklerini geliştirmeyi denemektir.

 Bazı hesaplamalara ve araştırmalara  göre, günde yaklaşık 50000 düşünce faaliyetimiz vardır. Bu dakikada 35 düşünce demek. Bu çok fazla düşünce gibi görünebilir fakat sadece oturup cümle

yazarken bile insanın aklından birçok düşünce geçiyor! Örneğin, bu cümle anlamlı olacak mı, bu cümleden önce başka bir tane yazmalı mıyım, verdiğim bilgiler

doğru mu, okuyucunun bunun hakkında ne düşüneceğini merak ediyorum, sıradaki cümle ne vs.

Düşüncelerimiz sıklıkla karmaşık ve çözümsüz yollara sapar.

Elimizdeki belirli bir işe odaklanıyor olabiliriz ancak bir anda, zorlayıcı ve sinir bozucu bir problem, mesele ya da kaygı hakkında düşünmeye başlarız.

Yarın ne olacağını, dün başımıza gelen berbat bir olayı, öğlen yemeğinde ne yiyeceğimizi, şu insanla bugünün ilerleyen bir saatinde nasıl başa çıkacağımızı

vs. düşünürüz. Dikkatimiz dağılır.

 Dikkatimiz dağıldığında elimizdeki işe zihnimizi tam olarak odaklayamayız. Beyin gücümüz zayıflar.

Yukarıda da söylediğimiz üzere, dikkatimizi toplamanın bir yolu da 5 duyumuza dokunmaktır.

Yakın bir zamanda, bunun detaylı olarak ele alındığı “Stresi Nasıl Azaltırsınız ve Beyninizi Korursunuz” (How To Reduce Stress – and Save Your Brain

başlıklı bir makale yayımlanmıştır.

Esas olarak ilk yapmanız gereken şey,  daha önce de belirtildiği gibi birkaç derin diyafram nefesi alıp vermektir. Bu zihninizi sakinleştirir ve beyninize oksijen taşır.

Ardından, derin nefes almaya devam ederken, beş duyunuzun her biriyle aynı anda temasa geçmeyi deneyin!

• Dokunma 

• Tatma 

• Koklama 

• Görme 

• İşitme

Yavaş yavaş ve derin nefes alırken 5 duyunuzla temas kurmak, farkındalık meditasyonuna benzerdir. Zihninizi sakinleştirir ve netleştirir. Bütün beyin gücünüzü

elinizdeki işinize odaklamanıza imkan tanır. Ayrıca, iyi hissetme hormonu olan ve yaratıcılığı destekleyici dopaminin salgılanmasına yardımcıdır.

Gün boyunca, özellikle de stresli hissettiğinizde ya da beyin gücünüzü hızlıca arttırmaya ihtiyaç duyduğunuzda, birkaç derin nefes almak ve bir ya da daha

fazla duyunuzla temas kurmak için zaman ayırın.

 Yukarıda bahsettiğimiz yöntemlerin tamamı bir şekilde bilimsel araştırmalar vasıtasıyla literatüre girmiş, sonuçları olumlu olan yöntemlerdir.

 Beyin güçlendirme, zihni keskinleştirme, mantık ve taktik strateji geliştirme konularında daha fazla bilgi almak, danışmanlık hizmetlerimizden faydalanmak için lütfen bizimle iletişime geçin. 

22 Kasım 2022 Salı

biyomanyetizma ve manyetik alan

  Herkese merhaba, bu yazımızda manyetik alan, biyomanyetizma ve etkileri konusunda bilgilendirmeler yapmaya çalışacağız.
 Manyetik alan, hareketli ve elektrik yüklü zerrelerin, birbirlerinin güçleri  etkisinde kaldığı boşluk ve etkisizlik durumu olup, atomların içindeki elektronların çekirdek etrafında ve kendi etraflarında dönmeleri sonucu oluşur. Manyetik alan doğrudan gözle görülemeyen, kolayca hissedilemeyen fakat sonuçları görülebilen veya hissedilebilen bir olgudur.
 Biyo manyetoloji ilkelerine göre tüm maddeler dolayısıyla insan vücudu manyetik özelliğe sahiptir.
   Multiple Sclerosis (MS) hastalığını başlatan sebeplerden biri dünya manyetik alanıdır. Dünya manyetik alanının haritası incelendiğinde alanın yapısı ile MS hasta sayısı arasında kuvvetli ilişki bulunmuştur. Manyetik alanın düşey bileşeni biyolojik maddeleri etkiler. MS hastalığına yakalananların sayısı 60 (°E) boylam civarında en yüksek değere ulaşırken Orta Asya, Hindistan, Çin, Japonya, Afrika ülkeleri, Orta Amerika gibi ekvatora yakın yerlerde vaka sayısı yok denecek kadar azdır. Düşey manyetik alanı bileşeni kutuplara yakın yerde hemen hemen yoktur ve MS hastalığına düşey bileşenin zayıf olduğu bölgelerde çok sık rastlanır.
 Başka bir araştırma da, çocukların büyümesinin dünya manyetik alanının güneş aktivitelerinin değişmesine bağlı olduğu şeklinde bilimsel  sonuçlar vermektedir, (Tatarin et al., 2002)

 biyomanyetik yöntemler ve manyetik dalgaların  tedavi yöntemi olarak kullanılması,  zihinsel ve fiziksel rahatsızlığı olan hastalar üzerine yapılan kliniksel araştırmalarda %90 başarı gösterdiği sonucunu ortaya çıkarmıştır.  Japonya’da bir üniversitede 11.648 kişi üzerinde yapılan manyetik tedavinin sonuçları araştırmasına göre,  bu tedavi yönteminin  %92 başarı gösterdiği sonucuna ulaşılmıştır.
(Blackman ve Friedman, 2002)
 Bunun nedeni olarak manyetik alan vücuda uygulanınca manyetik dalgalar dokudan geçer ve bünyede  ikincil bir  akım oluşturur.
 Bu akım vücudun kendi manyetik alanı ve enerji  akımıyla  birleşince hücrelerdeki elektronlara ısı verir.
 Bu biyomanyetik ısınma, kaslardaki deformasyonlara,  işlevini kaybetmiş dokulara,  hasar görmüş ya da bozulmuş sinir ve damar geçişlerinin  normale dönmesine yardımcı olur. Kandaki kalsiyum ve kolesterol miktarı azalınca hemoglobin daha hızlı hareket eder. Yüksek tansiyona sebep olan diğer maddelerde de azalma görülür. Kan temizlenir ve akışı hızlanır. Kalp rahatlar ve acı azalır veya yok olur. Yönetici sinirler normale döner ve onların yönettiği organlar düzgün şekilde çalışır. Kan akımının dengelenmesinden dolayı besleyiciler daha kolay ve verimli şekilde taşınır.
   Geceleri dünya manyetik alanı hücresel oksijeni arttırır, uykuyu getirir ve kolaylaştırır, biyolojik tamiri ve fiziksel iyileşmeyi desteklerken, enfeksiyonel durumları ve  iltihaplanmayı azaltır, acıyı dindirir. Bu yüzden biomanyetik tedavi sonrasındaki dinlenme ve uyku durumu çok önemlidir. Kısacası, bünyemizin dinlenme ve hasar onarma zamanının, manyetik alanların değişmesiyle de doğrudan ilgisi vardır.
 Gün doğduğunda beraberinde getirdiği pozitif manyetik alan, hücresel oksijeni azaltarak, uyanıklığı ve fiziksel güç salgısını  destekler, biyolojik iyileşmeyi yavaşlatır ve acıyı arttırabilir. Çünkü yaşamımızı idame ettirirken bize enerji lazımdır. Hücrelerimiz ve metabolizmamız günlük işleri yapma moduna geçer.
 Fiziksel ve ruhsal dengemizi sağlayan, hormonları, enzimleri ve bağışıklık fonksiyonlarının yazılımını  yöneten pineal bezi, beynimizin ortasında bulunan, manyetik kristallerden oluşan bir biyomanyetik organdır ve bu saydığımız tüm işleri vücudumuz bu organımız sayesinde planlayıp yapar.
 Manyetik enerjiye çok duyarlı olan bu organımız, melatonin hormonunu da salgılar.
 Bu hormonun sadece gecenin belli saatlerinde salgılanabildiğini eminim herkes bir yerlerde okumuştur,
 işte bunun sebebi, yukarıda anlatmaya çalıştığımız dünya manyetik alanının, gece ve gündüz farklı tesirlerinin olmasıdır.
 İyi uyku için melaton seviyesinin yüksek olması gerekir.
 Büyüme hormonu melatonin seviyesi ile ilişkilidir.
 Ayrıca vücudumuzun kendini tedavi etme durumu, hastalıklarla mücadele, bağışıklık ve diğer yenileme durumlarının da bu hormonla doğrudan ilişkisi vardır.
 Tarih boyunca da insanların görüntüleme aletleri bulunmadan önce bu konuyla ilgili bazı sınırlı çalışmaları vardır.
 Örneğin bazı güçlü manyetik dalgalara sahip olduğu bilinen taşlar, bir şekilde vücudun farklı noktalarına tesiri idda edilen termal sular, canlı ya da cansız kimi maddelerin hastalık tedavi ettiği söylentileri hep olmuştur. Özellikle anadoluda şifalı su ya da şifalı kaya olgusu hala süregelen alternatif tıp yöntemleri olarak kullanılmaktadır.
 Yazımızın başından beri manyetik enerjinin, canlılarda olanına biyomanyetik enerji diyoruz, peki bu enerji herkesin vücudunda var mıdır?
 Evet! Bu vücut fonksiyonları normal şekilde çalışan tüm canlılarda bulunur, mesela kucağımıza aldığımızda titreşimlerini  hissettiğimiz  bir kedinin yaydığı o farklı enerji akımı,  burada anlatmaya çalıştığımız  biyomanyetik enerji akımıdır.
 Bu manyetik dalgaları her insan üretir ve üzerine kafa yordukça, fiziksel çalışmalar yaptıkça ve ruhunu temizleyip sakinleştirdikçe net ve güçlü bir şekilde ortaya çıkarabilir.
 Özellikle psikolojik ve fiziksel olarak yukarıda bahsedildiği şekilde kullanımı oldukça faydalıdır.
 Biyoenerji sınıflandırılmadan, bir çerçeve çizilmeden ve en önemlisi bir şarta ve koşula bağlanmadan serbest bırakılmalı, fayda görülmesi istenen yere uygulanmalıdır. 
 Son yıllarda dünyanın gittiği yön neticesinde, toplumsal kronik bazı sorunların artmasıyla birlikte bu işi kullanarak insanları istismar etmeye çalışan palavracılar ve üçkağıtçılar türemiştir.
 Akıllı ve mantıklı her insan yaşadığı tıbbi sorunları öncelikle bu konuda kendini yetiştirmiş tıp uzmanlarıyla çözmeyi denemelidir. Bu yöntemlerin yanında biyoenerji ile yapılacak çalışmalar kullanılmalıdır.
 Enerji uzmanlarının güvenilirliği konusunda ise, eski danışanlarının tespitleri, durumunuza yaklaşımı, yaptığı işi ne kadar iyi bilip bilmediği gibi temel can alıcı noktalar önemli doneler verebilir.
 Daha detaylı sorularınız ve düşünceleriniz için lütfen bizimle iletişim kurmaktan çekinmeyin.

9 Kasım 2022 Çarşamba

BÜYÜ, ETKİLERİ VE KULLANIM AMAÇLARI

Herkese merhaba!


  bu yazımızda büyü konusunu inceleyeceğiz ve  etkilerinden bahsedeceğiz.


  İstisnasız dünyada yaşamış ve yaşayan her toplum, büyü sanatıyla ilgili bir şeyler denemiş, olumlu ya da olumsuz etkilerinin olduğunu deneyimlediğini iddea etmiştir.

  özellikle ortadoğu coğrafyasında ve anadoluda inanılmaz hikayeler, mitler ve efsaneler nesilden nesile aktarılmıştır.

  Bir kısım alim ve bilim adamı büyünün salt gerçekliğini reddetmiş olsa da, benim olduğum gibi bu işle iştigal kimseler yaşadıkları ve deneyimleri yüzünden bu konunun gerçekliğini sorgulamazlar.

  Büyüler ve çeşitleriyle ilgili dijital ortamlarda fazlaca yazı, video ve birçok materyal bulunabilir, bunların doğruluğu ve gerçekliği aklı başında herkes tarafından iyi sorgulanmalı, manasız ve akıl dışı iş ve uygulamalara itibar edilmemelidir.

  Bu makalemde akademik araştırmalar, bilimsel sonuçlar ve kaydedilmiş gözlemlenebilir bazı olayları sizlerle paylaşmayı istesem de, özellikle insan doğasının gereği olan gizem heyecanı talebi  ve gerçeklikten uzaklaştıkça olayların akışını, gidişatını  hayal dünyasının belirleyebilecek olması sebebiyle bunun doğru olmayacağını düşünüyorum. O yüzden gerilim ve korku hikayeleri tadında bir yazı ortaya çıkmasın istiyorum...


  Kısaca tanımlayacak olursak;  büyü veya sihir, insanların doğaüstü, paranormal veya mistik yöntemlerle doğal dünyayı (olayları, nesneleri, insanları) etkileyebildiğini öne süren uygulamalar ve bunların çevresinde oluşturulan kültürel sistemdir. Mevzunun mitolojisini ve sosyokültürel yapısını şuradan detaylıca inceleyelim.

https://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%BCy%C3%BC

  Gerçekten güzel bir temel perspektifle yazılmış bilgiler bütünü olmuş.

  Öncelikle insan şunu iyi anlamalıdır, büyü başka bir kimsenin hayatına izinsiz olarak doğrudan müdahale etmeyi amaçlar. Bu yüzden iyi  bahanelerin arkasına sığınılsa da, büyü çağlar boyunca kötü insanların gizli silahı gibi kullanılmak istenmiştir. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak; rutin hayatınızda yaşadığınız herhangi bir olumsuzluğunuzun ve  huzursuzluğunuzun dışarıya bazı yansımaları olur, bazı kimseler size bunun falanca büyüyle geçeceğini söyler. Fakat yapılan uygulama sizinle birebir ilişkisi olan, eşiniz, çocuğunuz, anne-babanız,  akrabalarınız, aileniz arkadaşlarınızı hiç hesaplanamaz ölçüde başka ruh bozukluklarına sürükleyebilir.

  İşte bu yüzden, ne yaptığını bildiğini zanneden bu insanların sebep olabilecekleri sorun ve ruh hastalıkları hesaplanabilir olmadığından, herhangi birisi için olumlu manada bile olsa  büyü yaptırılması çok tehlikelidir.

  Büyü, geçmişten günümüze derin bir bilgi kütüphanesi olan, çeşitleri ve sağladığını öne sürdüğü sonuçları bakımından çok fazla yönteme, biçime, uygulamaya ve materyale sahiptir. Hepsini incelemek ve anlatmak pek mümkün olmadığından, temel yöntemleri ve malzemeleri şöyle sıralamak mümkündür...    

  Direk sinir ve ruh bozukluklarına neden olan, insanları yeme içme, uyku ve dinlenme, sevinme ve mutlu olma, sabretme ve mücadele etme, üzülme ve pişman olma  gibi temel ihtiyaç ve özelliklerinden uzaklaştıran, kısacası rutin ve alışılagelmiş hayatını tamamen değiştirmeye yönelik büyüleri birinci kısımda inceleyebiliriz.

  bu büyüleri; birisini kendine bağlama, aşık etme, vazgeçmesine engel olma, uzaklaşmamasını sağlama, eşinden ayırma, eşine bağlama,  birisinden nefret etmesini sağlama, aile ya da işine karşı sorumluluklarını yerine getirmesine engel olma, bir mesele ya da kişiden uzaklaştırma, gibi değerlendirebiliriz.

  Bu tip büyülere basit-alçak-yavan-kolay gibi adlar verilmiştir.


 Dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan bir tanesi de, ak büyü olarak adlandırılan ve genellikle iyi güzel şeylere atfedilen büyülerin de buralara saklanıyor olmasıdır, insanların iyiliği için yapıldığı söylenen bu büyüler de kötüdür ve maruz kalanı sıkıntılı durumların içine sokabilir. Bunu yapmamak en iyisidir.


   Büyüler,  Sonuçları bakımından insanları doğrudan olduğu kadar dolaylı olarak da etkileyebilir. Bu tarz büyülerden genellikle zaaf eşikleri düşük insanlar, korku baremleri yüksek insanlar, bir kişiye ya da eşyaya düşkünlükleri olan insanlar ve sürekli kaybetme korkusu olan insanlar daha fazla etkilenirler.

  Temel psikolojik ve fiziksel düzeni hedef alan bu tip büyüler, beş duyu organımızla algılayabileceğimiz doğal ve kimyasal maddeler vasıtasıyla sirayet ettirilirler.  Hayat enerjimizi, koku algımızı, görme yetimizi, dokunma hissimizi, duyma ve tatma kabiliyetimizi doğrudan hedef alırlar.

  Bu işlem için doğrudan madde ve onun enerjisine ihtiyaç duyulduğundan, olmaması gereken yerde iğneler  saplanmış bir sabun, mutfak dışında özellikle saklanmış az miktarda fasulye-nohut-mercimek, alakasız bir biçimde evimize ya da kişisel eşyalarımıza bulaşmış bir yağ, kesif ve nahoş kokulu bazı sıvılar, çalışma ortamımızda, evimizde çiçek ya da ona benzer bir objenin toprağına atılmış-dökülmüş bir madde, paltomuza, ayakkabımıza  ve ya  sürekli kullandığımız koltuğumuza bizi rahatsız edecek ama fark edilmeyecek  şekilde  saklanmış metal ya da başka sert maddelerden yapılmış küçük araçlar, yaşam alanlarımızda gerçek manada göz zevkimizi bozacak, küçücük olduğu için değişikliği kolay anlaşılamayacak farklılıklar, sinirimizi bozacak nitelikte etrafımızda bilinç düzeyinin altında ses çıkartacak bir canlı ya da bir cisim... bulmamız mümkündür.

  Yukarıda bahsedilen örnekler benim bu zamana kadar tespit ettiğim ve deneyimlediğim olaylardan aktarılmıştır, başkaca birçok madde ve objenin kullanılması da mümkündür, bu yüzden düzenli ve derli toplu insanlar bu malzemeleri daha kolay tespit edebilirler.

  Eğer böyle bir durum başımıza gelmişse ve nedeni de tespit edilebilmişse, bir uzmandan yardım almak vasıtasıyla bundan kolayca kurtunulur. Tekrar hatırlatmakta yarar vardır ki, bir büyü başka bir büyüyle çözülmez, her büyünün kendine has özellikleri ve şartları vardır. En önemli unsur buna maruz kalan insanın bunu fark ettikten sonrasıdır. Bu yüzden kimden yardım aldığımıza dikkat etmemiz gerekir. Hem kandırılmamak, hem de gerçekten başımızı daha büyük bir belaya sokmamak için herkese güvenmememiz gerekir.


  İkinci kısımda inceleyeceğimiz büyü tarzı ve türü ise muskalar, bazı ritüeller, birbiriyle hesaplanamaz etkileşimlere girebilen maddeler, Kuran'dan bazı ayetlerin düz ya da ters yazılması, zihinsel yönlendirmeler, telepati yöntemiyle etki altına alma çalışmaları, hipnotik ve travmatik kendinden geçme halleri, sentetik ve doğal uyuşturucu maddelerle etki altına alma... gibi yöntemlerle yapılan, etkilerinin daha ağır olduğu iyi ve erdemli insanların asla bulaşmak istemeyecekleri büyü biçimleridir.

 Her koşulda ve düşünce biçiminde insan hayatı dünyadaki en kıymetli şeydir ve bu kötü yaklaşımlar o hayatı karanlığa itebilir.

 Durum ne olursa olsun, ortalama insanın bu tarz büyü ve sihirden uzak durması gerekir.

  Bu tarz büyülerde amaç gerçek manada fiziksel ve zihinsel anlamda tamamen kötüdür.

 Bu büyüler; biber-kan- yüksek-kapalı-güçlü-mum büyüsü olarak adlandırılmaktadır.

 (NOT:  Burada kimsenin zihnine kötü merak tohumlarını ekmemek adına birçok madde ve biçimi açıklayamıyorum fakat dilimin döndüğünce anlatacaklarım bile olayın vehametini  hepimize gösterecektir diye umuyorum.)

Malzeme olarak  bir kağıda yazılan yazılar, şekiller ve işaretler,  muska ve ya enerjiyi üzerinde tuttuğu söylenen gümüş, altın gibi metaller, şahsi eşyalar, bedene ait saç, çapak, sümük,  tırnak gibi parçalar, regl ve sperm -meni sıvıları, kişisel çamaşırlar, tükürük, gözyaşı, kan, ter,   kullanılarak yapılan büyülerdir.

  Bu tip bir büyüye maruz kalan insanlar genellikle izleniyor hissi, karanlıkta sürekli ses duyma, aşırı kaygı bozukluğu, uyurken isminin söylendiğini duyarak uyanma, rüyada yüksekten düşme, rüyada köpek ısırması,  gün içerisinde sürekli fısıltı duyma, bakma ve görme  odağının hemen  dışında devamlı birisi varmış hissi, belirsiz karartılar görme, sebepsiz irkilme... gibi semptomlar gösterirler. Ayrıca bilinçaltları ve yaşadıkları travmalar da bu belirtileri tetikler ve başkaca şeyler de görüp hissedebilirler.

  Bu tip büyünün temel aldığı etkileşim, farklı enerji ve formlarda yaratılmış çoğunlukla cin olarak adlandırılan varlıkların işe karışması durumudur. Bu konu çok derin ve hassas olduğundan detaylı ve derinlikli bir anlatıya gerek duymuyorum.

  İnsanların bu tarz büyülere ihtiyaç duyma durumlarını anlamak çok zordur ve makul mantıklı bir veri elde etmek imkansızdır. O yüzden ciddi manada tehlike arz eden bu tip işlemlerin yakınında olmamak en iyisidir.


  Üçüncü ve son olarak bahsetmek istediğim büyü türü, halk arasında kara büyü, papaz büyüsü, ölüm büyüsü, mezar ve ölü büyüsü olarak bilinen büyü tarzıdır.


  Bu büyüyle ilgili söylenecek pek fazla bişey yoktur ve gerçekten olup olmadığı pek bilinmemektedir. 

 Özellikle Süryani papazlarının ehil olduğu söylenir ve geri dönüşü, kurtuluşu mümkün değildir şeklinde anlatılır.

  Kısaca temeline değinecek olursak, insanlar kendi bedenlerini kullanmak isteyen cin kabileleri ile bir anlaşma yaparlar, onlara istediklerini yapmaları karşılığında bazı ritüellerle bedenlerine yerleşme izni verirler. Burada bir menfaat, bir şey elde etme, bir şeye sahip olma ya da bir şeyden kurtulma, uzaklaşma yoktur. Salt kötülük ve bilinen insan yaşamı dışında istekler ve talepler vardır.

  Bu istekler ve amaçlanan hedefler konusunda yapacağımız tüm akıl yürütme ve tahminler sadece insanın ne kadar kötü olabileceğini gözümüze sokmak dışında bir işe yaramayacaktır. Ancak şunu söylemeliyim ki, kısırlıktan koma durumuna, ölümden sakat kalmaya, tamamiyle aklını kaybettirmekten etrafındaki tüm canlıları öldürme dürtüsüne kadar birçok sonucu olabilir.

  Kullanılan malzemeler ise, ölü toprağı, ölü kemikleri, yarasa kanı, büyük ve küçükbaş hayvan kalbi ve kanı, bazı canlıların cesetleri  gibi şeylerdir.

  Bilinen en tehlikeli ve ölümcül büyü metodunun bu olduğu söylenir ve bunu bilenler, ehil olanlar bu konuyla ilgili ikinci kişilerle konuşmazlar.

  Özellikle eski mısır ve bazı uzak doğulu toplumlar, bu yöntemi ölülerini geri  diriltmek amacıyla geliştirmeye çalışmışlardır.

  Kişisel fikrimi açıklamam gerekirse de, bu güne kadar yaşadıklarım ve gördüklerim bana hiç bir şey için imkansız dememem gerektiğini öğretmiştir. O yüzden bu ilgilendiğim ve merak ettiğim bir konu olmadığı için, kendimi iyi, erdemli ve rahat hissediyorum...


  Büyü meselesini elimden geldiğince açıklamaya çalıştım. Akademik ve bilimsel olarak bir şeyler yazmak yerine her insanın anlayabileceği şekilde meseleyi irdelemenin daha doğru olacağını düşündüm. Lütfen sizler de tecrübelerinizi, sorun ve sıkıntılarınızı bizlerle paylaşmaktan çekinmeyin, zira bu ilginç olaylar hayata bakış ufkumuzu genişletmekte...

8 Kasım 2022 Salı

YILDIZNAME, TARİHÇESİ VE BAZI ANA BİLGİLER

Herkese merhaba, bu gün yıldızname konusunu sizlere anlatmaya çalışacağım, bu bilgiler detaylı araştırmalar, birebir deneyimler  ve kişisel tecrübelere dayanmaktadır, özellikle insan ve toplum gelişim süreçlerinde önemli rol oynayan metafiziki olayları-düşünceleri derlemeye çalıştım. Herkes için faydalı olacağını düşünüyorum...


Yıldızname, kişinin isim, doğum tarihi ve karakteristik özelliklerinden yola çıkarak hayat yolculuğu hakkında yorum yapma yöntemidir. Fal ile karıştırılan     yıldızname gereceğe daha yakın ve gerçekçi bilgiler vermesiyle faldan ayrılan farklı bir uygulamadır.

 İnsanın yaradılışındaki temel fıtrat özelliklerini bu yöntemle harmanlar ve bazı nesnel sonuçları veri olarak bize verebilir.


Yıldız falı yıldızların konum ve hareketlerinin bir işaret sistemi oluşturduğuna, bu sayede insan hayatının evrelerinin bilinebileceği iddiasına dayanır. Arapça'da buna ilmü't-tencîm / ilmü ahkâmi'n-nücûm, Batı dillerinde astroloji, Türkçe'de müneccimlik, yıldız falı ve yıldız bakıcılığı adları verilir. Yıldız falına bakmak üzere yazılmış kitaplara da yıldıznâme denir. Bunlar falcılık tekniğiyle yazılmış bilimsellikten uzak eserlerdir.

  Şöyle açıklamak gerekirse, dünyada yaşamış ve yaşayan, bundan sonra yaşayacak olan insanların tümüyle ilgili kesin ve nesnel yargılara tek bir zaman dilimi içerisinde ulaşılması imkansız ve açıklanamaz olacağından, bu tarz kitaplar o zamanı yaşayan insanları manipüle etmekten öteye geçmez. Bu durumdaki insanların gayipden haber almaya çalışma  takıntıları sürdürülebilir hayatlarını içinden çıkılmaz hale getirebilir. 


İnsanlar çok eskiden beri ay, güneş ve yıldızları merak etmiş, bunların konum ve hareketlerini anlamak amacıyla günlük, aylık ve yıllık evrelerini gözlemlemiştir. Paleolitik döneme ilişkin araştırmalar bunu ortaya koymaktadır. Meselâ kadim Mezopotamya'daki topluluklar her yıldızın yeryüzünde bir etki alanı bulunduğuna inanmış, güneşi ve ayı incelemek için tapınaklarını (zigurat) piramit biçiminde yapmışlardır. Bu gözlemler esnasında dünya hayatı ile yıldızlar arasında ilişki kurarak gezegenlerin akıllı varlıklar olduğu ve hareketlerinin bir anlam taşıdığı kanaatine varmışlardır. Bâbilli rahiplerin gök cisimlerine yönelik aşırı ilgisi bunların kutsallıklarına inanmalarından kaynaklanıyordu. Başlangıçta sadece kralların ve milletlerin kaderiyle irtibatlandırılan bu hareketler zamanla bütün insanlara teşmil edilmiştir. Bâbilliler biri kurban edilen hayvanların ciğerlerine bakarak (haruspex / ilmü'l-ekyâd), diğeri gökyüzünü gözlemlemek suretiyle (hemeroloji-horoskop / ilm-i nücûm, ilmü'l-envâ', ilmü da'veti'l-kevâkib) gerçekleştirilen iki tür fala başvurmaktaydılar. Bu gözlem işlemini önemseyen ve Sirius yıldızı ile Nil nehrinin taşması arasında ilişki kuran Mısırlılar, astrolojide önemli işlevi olan tutulum çemberini 10'ar derecelik otuz altı bölüme ayırmışlardır; bundan ilham alınarak sonraları zodyak 30 derecelik on iki parçaya bölünmüştür. Çinliler de ayın bir aylık hareketini yirmi sekiz bölüme, güneşin bir yıllık hareketini de on iki bölüme taksim etmişlerdir. Yunanlılar önceki tecrübelere dayanarak gök cisimlerinin ve özellikle güneşin denizler, bitkiler, hayvanlar ve insanlar üzerinde etkilerinin bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu dönemde Bâbil'de ve Mısır'daki güneş merkezli evren modeli dünya merkezli evren anlayışına taşınmış, esîr adı verilen bir tek maddeden oluşan ay üstü âlem ulvî ve kutsal kabul edilmiş, dört unsurdan meydana gelen ay altı âlemin kevn ve fesada uğradığı ileri sürülmüştür. Ulvî olanın süflî olanı etkileyeceği düşüncesinden hareketle ay üstü âlemin ay altı âlemi etkilediği düşünülmüş, bu etkileşim sempati-antipati ilkesine bağlanmış, bu ilkenin en etkili olduğu yerin zodyak (burçlar kümesi) olduğu kabul edilmiştir. Ortaçağ'da kilise çevreleri, gök cisimleriyle insan bedeni arasındaki etkileşimi esas alan astrolojik uygulamalara onay vermiş, bu bağlamda insanın özgürlüğü ile Allah'ın yaratıcılığı arasındaki ilişkiyi tartışmıştır. Yer merkezli evren görüşüne karşı çıkan Galileo, Copernicus ve Kepler gibi bilim adamları astrolojiyi astronomiden ayırıp bilim dışı bir meslek olarak ilân etmiştir. Aydınlanmacı filozoflar metafiziğe karşı menfi tavırlarını burada da göstermiş ve metafiziğe kapalı pozitivist yapıdan bunalan insanlar XX. yüzyılda tekrar okültizme yönelmiştir.

  Bu bilgiler ışığında, tüm geçmiş  kadim toplumlar ve gelişmişliğini tartışılmaz ölçüde kanıtlamış topluluklar bu işe kafa yormuş ve kendilerine göre sonuçlar çıkarmış, işe yarar yöntemler geliştirmişlerdir.

  Eski Türk topluluklarında ise bu mesele şu şekilde incelenebilir;

Dokuz sınıflı evren anlayışını benimseyen eski Türkler, dört yönün her birinde dokuz ve bütün evrende toplam otuz altı burcun bulunduğunu kabul etmişlerdir. Ayların on iki hayvan adıyla adlandırıldığı eski Türk takviminde her ayın kendisine tekabül eden bir hayvanın özelliklerini taşıdığı ve bu ay içinde dünyaya gelen insanların karakterlerinin de bu özelliklere sahip olduğu düşünülmekteydi. Eski Türk topluluklarında erdemli dürüst ve adaletli insan olma çabası ön planda olduğu düşünüldüğünde, bu konuya  materyalist bir bakışın daha önemli olduğu görülebilir. 

Tek yaratıcı ve maddenin enerjisi konularında diğer toplumlara göre daha akılcı ve mantığa uygun yaklaşımları bulunan eski Türk topluluklarının, büyü, fal, müneccimlik, kahinlik olgularından uzak durdukları, bunun yerine ortalama insanın huzurlu ve rahat ettiği ortamın oluşması konusunda bireysel olarak iyi insan olma fikrine yoğunlaştıkları tespit edilebilir.

  Tüm bunlara rağmen toplumun uluları, şamanları, bilgeleri ve alimleri bu konudan kendilerini tamamen soyutlamamışlar, bazı ayinler ve yöntemlerle ileriyi görmeyi denemişlerdir.

 detaylı bilgi için, yazılı kaynaklar ve eski Türki destanlar incelenebilir.

 İslâm öncesi dönemde Araplar arasında da yıldızlara tapınanlar ve yağmur, rüzgâr, deprem gibi doğa olaylarının yıldızların etkisiyle meydana geldiğine inananlar vardı (bk. ENVÂ'). İslâm dini bu inançları tevhid ilkesine aykırı bularak ortadan kaldırmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de ay, güneş, yıldız ve burçlardan sıklıkla  söz edilmekte, bunların yerleri ve konumlarına dikkat çekilmekte, bir hareket enerjilerinin olduğuna atıfta bulunulmakta,  Allah'ın ilim ve kudretine tanıklık eden gök cisimlerinden hareketle mârifetullaha ulaşmanın önemi vurgulanmaktadır. Yüzyıllardır Kuran'ın içerisine bazı şifreler gizlenmiş olduğunu düşünen insanlar araştırma ve inceleme yapmışlar, bu konuyla ilgili bilgi kütüphaneleri oluşturmuşlardır. Kuran'ın şifreleriyle  ilgili dijital ortamlarda "Kuran'ın şifreleri" şeklinde arama yapılarak yüzeysel bilgiler elde edilebilir.

 Hadislerde de yıldızlara yaratıcı güç atfetmenin tevhid inancı ile bağdaşmayacağını bildiren çok sayıda ifade yer almaktadır. Hz. Ali, bir yolculuk dolayısıyla Medine'den ayrıldıklarında Hz. Peygamber'in kendi elinden tutarak, "Burası Arap yarımadasıdır, yıldızlar onları saptırmadıkça şirkten arınmış durumdadır" dediğini, "Yıldızlar nasıl saptırır?" diye sorduğunda, "Yağmur yağınca şu yıldız bize yağmur yağdırdı demek suretiyle" şeklinde cevap verdiğini (Hatîb el-Bağdâdî, s. 164-165); başka bir defasında da nücûm ehliyle oturup kalkmamasını öğütlediğini (Müsned, I, 78); Zeyd b. Hâlid el-Cühenî de Hudeybiye yılında Resûl-i Ekrem'le yolculuğa çıktıklarını ve gece yağmura tutulduklarını, Resûlullah sabah namazını kıldırdıktan sonra kendilerine yağmuru yıldızların yağdırdığını söyleyen kişinin yıldızlara inanıp Allah'ı inkâr etmiş olacağını bildirdiğini (Buhârî, "Megazî", 35); İbn Abbas ise Resûl-i Ekrem'in, "İlm-i nücûmdan bir bilgi aktaran sihirden bir bölüm almış olur" dediğini (Müsned, I, 227, 311) nakletmektedir. Müneccimlik Hulefâ-yi Râşidîn döneminde de reddedildiği halde sonradan bazı kimseler Ca'fer es-Sâdık'a konuyla ilgili tamamen uydurma

bazı isnatlarda bulunmuşlardır. Emevîler ve özellikle yöneticilerinin çoğu Acemler'den meydana gelen Abbâsîler döneminde ilm-i nücûm yeniden gündeme gelmiştir. Halife Mansûr'un Muhammed b. İbrâhim el-Fezârî'ye Hintçe'den ilm-i nücûma dair kitapları tercüme ettirdiği, hatta Bağdat'ı müneccimlerden görüş aldıktan sonra kurmaya karar verdiği; Me'mûn döneminde Grekçe'den çevrilen felsefe kitapları içinde ilm-i nücûmla ilgili eserlerin de yer aldığı bilinmektedir. Ebü'l-Hattâb el-Esedî, Hârûn b. Saîd el-İclî ve Câbir b. Hayyân gibi ilm-i nücûmla ilgilenenler eserlerini bu ortamda kaleme almışlardır. Halife Mu'tasım-Billâh zamanında ise müneccimler açıkça eleştirilmiştir. Rivayete göre Ammûriye'yi fethe hazırlandığı sırada sefer için seçilen günün uğurlu olmayacağını ileri süren müneccimlere rağmen sefere çıkan halife fetihle geri dönünce müneccimleri cezalandırmıştır. Ancak Abbâsîler'in son dönemlerinde bâtınî akımların ortaya çıkışıyla müneccimlik tekrar gelişip yayılmıştır.

  İLM-i AHKÂM-ı NÜCÛM nedir:

  Sıklıkla bahsi geçen bu ilim türünü biraz açıklayalım ve daha anlaşılır nitelikte olmasını sağlayalım. 

 İLM-i AHKÂM-ı NÜCÛM Yıldızların insanları ve olayları etkilediği inancına dayanan sözde ilim dalı, astroloji, yıldız falcılığı, müneccimlik demektir. (bk. TDV İslâm Ansiklopedisi


  İslamiyet kesin bir dille gelecekten haber verenleri, sihir ya da büyü yoluyla istediklerini elde etmeye çalışan insanları, cinler ve diğer nainsan olanlarla kurulacak ilişkileri reddeder. Fakat buna maruz kalmış ve kurtulmak isteyip çare arayanlar için de müslüman alimler tarafından  bazı yöntemler geliştirilmiştir, bk.: HAVAS İLMİ İLM-i AHKÂM-ı NÜCÛM. 

  İslam inancına göre kainattaki tek failin yüce Allah olması temelinden yola çıkıldığında, gök cisimlerinin insan kaderiyle ilgili bilgi verebilir olması tevhid inancına terstir ve kabul görmemektedir.


İslâm tarihinin ilk dönemlerinde astronomiyle astroloji arasındaki farklar belirgin olmadığı için bazı filozof ve bilginler astronomi yanında astrolojiyle de ilgilenmişlerdir. İlm-i nücûm (astronomi) ve ilm-i ahkâm-i nücûm (astroloji) ayırımı yapan Fârâbî, en-Nüket fîmâ ye?ı??u ve mâ lâ ye?ı??u min ?ilmi'n-nücûm adlı eserinde bu iki disiplin arasındaki farkları göstermeye çalışmıştır. Yıldızların ay altı âlemdeki etkilerini tartışan İbn Haldûn ise bu konuda tecrübî bilgi ile bir şey söylenemeyeceğini belirtmekte ve yerde olup bitenler üzerinde gök cisimlerinin tesirinin bulunduğunu iddia etmenin tevhid inancıyla bağdaşmadığını kaydetmektedir (Mukaddime, II, 1255-1260). Hatîb el-Bağdâdî ilm-i nücûmu biri mubah, diğeri haram olmak üzere ikiye ayırır. Kur'an'da ve hadislerde gök cisimlerinin hareket, konum ve birbiriyle uyumundan bahseden ifadeler doğrultusundaki görüşleri birincisinin, yeryüzündeki olayların yıldızlara nisbet edilmesini ve bunun sonucunda onların uğurlu veya uğursuz sayılmasını da ikincisinin kapsamında sayar (el-?avl, s. 126-170). Câbir b. Hayyân ve Ebû Ma'şer el-Belhî gibi müslüman astrologlar Bâbil, Yunan ve Hint astrolojilerinin bir sentezi olarak ortaya çıkan iddialarla fiziksel sebepler arasında ilişki kurmaya çalışmış, böylece ilm-inisbeten büyüden ve faldan uzaklaştırmıştır.

  Temel olarak Müslüman alimler tek yaratıcı doktrinine uygun olmadığı gerekçesiyle metafizik uygulamaların sakıncalı olabileceklerini söylemişler, fakat olayın gizemi ve çekiciliği nedeniyle araştırmalarına da zemin oluşturabilmek adına konuyu tamamen reddetmeden bireysel olarak ilgilenmeye devam etmişlerdir.

 İnsanlara ruhsal ve duygusal  zararlar vermeden, onları manipülasyona maruz bırakmadan araştırmalar ve bir bilgi birikimi oluşturmakta zorlandıklarından, düşüncelerini daha üstü kapalı biçimlerde, sadece Havas ilmine aşina kimseler tarafından anlaşılabilecek şekilde aktarmışlardır.

  

Yıldızname Osmanlı döneminde oldukça yaygın olan bir uygulamaydı. Kökeni çok daha eskilere dayanan yıldızname, İslam felsefesinde kendisine yer bulmuştur. Günümüzde de oldukça ilgi duyulan bir konu olan yıldızname, bu konuda uzman kişilerin yapabildiği bir yöntemdir. Yıldızname bir tedavi yöntemi değildir ancak yıldızname ile hastalıkların çözüm yöntemi bulunabilir. Büyüye uğrama, cin çarpması ve nazar gibi ruhsal sorunlarda yıldızname çözüm yolları sunabilir.


İnsana bilgi verme açısından en gelişmiş metotlardan biri olan yıldızname geçmiş ve şimdiki zamanı harmanlayarak gelecek zamana ilişkin bilgiler verir.


YILDIZNAME NASIL BAKILIR?

Yıldızname, kart, taş, kahve ve su gibi materyallere ihtiyaç duymadan bakılır. Faldan bu yönü ile ayrılır, araçsız şekilde uzaktan da bakıldığı iddea edilir.


Yıldızname uygulamasında kart, kahve gibi materyaller yerine nurani ilim, dua, ebcet ve cifr ilmi gibi yöntemler kullanılarak detaylı bir işlem yapılır. Kalp gözü ile bilgilerin yorumlanmaya çalışıldığı yıldıznamede dinsel fikirler de öne çıkar.


Uygulama Şekilleri. İlm-i nücûmun, yıldızlara tapınma harf sembolizmini (ebced) kullanarak yıldızların konum ve hareketlerinden anlam çıkarma ve burçlar kuşağı ile tefe'ülde bulunma şeklindeki çeşitlerinden söz edilebilir. En yaygın uygulanan biçimleri mevâlid (insanın doğumu sırasında burçlar kuşağındaki yıldızın konumuna bakarak gaybdan haber verme) ve ihtiyârâttır (bir işe uğurlu ve uğursuz sayılan vakitleri seçerek karar verme). Yıldıznâmelerde yedi gezegen, on iki kamerî ay ve on iki burcun esas alındığı bir sistemden bahsedilir. Yıldıza bakanın görevi yıldızına baktıranla gök cisimleri arasındaki gizli ilişkiyi bulmaktır. Burcun yer aldığı ayı bilmek için hazırlanan tablolarda o kişinin doğum günü işaretlenir ve doğum saati bulunur. Buna göre doğum tarihine rastlayan burçtan sonra başlamak üzere doğum saati adedince sayılır ve doğum saatinin rastladığı yer onun yükselen burcu kabul edilir. On iki bölüme ayrılan gök haritasının her bölümüne bir burç adı verilir. Her insan bu burçlardan birinin tekabül ettiği tarihte doğar; buna "öz burç" denilir. Doğum anında güneşin bulunduğu burca ise "yükselen burç" adı verilir. Yıldıznâmelerde karakterin öz burç ile yükselen burcun etkisiyle oluştuğu iddia edilir. Klasik telakkiye göre haftanın yedi gününden her biri bir yıldızın etkisi altındadır. Bu yıldızlar güneş, ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn'dür. Haftanın her gününün birinci saati güneşin doğum anında başlar. Burçlar da üçgen şeklinde dört gruba ayrılır ve her biri toprak, su, hava ve ateşten birine tekabül eder. Bir kişinin burcu onun doğum anında hangisinin etkisinde kaldığına bağlıdır. Bazan da gök cisimlerinin zodyakta izlediği yol esas alınır. Bir gezegen gökyüzünde hareket ederken on iki hâneden geçer. Bu hâneler gezegenlerin dünyaya etkileri bakımından önemli sayılır.


Yıldız falı genellikle evlilik, iş hayatı, yolculuk ve savaş gibi önemli işlere karar vermeden önce sonucun uğurlu olup olmadığını öğrenmek için yapılmaktaydı. Ayrıca yıldızlardan her birinin bedenin bir organını etkilediği inancından hareketle tıp alanında da kullanılır ve uygun olmayan bir takımyıldızının egemen olduğu saatte hasta ameliyat edilmezdi. Dolayısıyla bu konuda hekimlerin de bilgi edinmeleri gerekirdi. Arap alfabesindeki harfler ateş, toprak, hava, su şeklinde dört gruba ayrılarak her gruba yedi harf taksim edilmiştir. Ebced-i sagir cetveli harfin ebced-i kebîr değerinden 12 sayısı çıkartılarak bulunur. Meselâ kâf harfinin ebced-i kebîr değeri 20, ebced-i sagir değeri 8'dir. Ebced-i kebîr değeri 12 olan harflerin ebced-i sagir değeri yoktur. Bazı sistemlerde ise elde edilen rakamın son harfi yıldıznâmedeki sıralamada hangi burca tekabül ediyorsa o burç esas alınarak işlem yapılır. Bazı müneccimler çocuğun doğum anındaki burç ve yıldızın konum ve ahkâmına, hatta mümkünse çocuğun ana rahmine düşüş gecesinin ortasındaki burca ve bazı yıldızların yükseliş ve inişine bakarak tâlihini belirlemeye çalışırlardı.


Güneş, ay ve yıldızların dünya üzerinde sıcak, soğuk, yaz, kış, med, cezir şeklinde tesirlerinin bulunduğu bilinmektedir. Bu olayların insanları etkilediğine şüphe yoktur. Bu açıdan bakıldığında okült tecrübelerin pozitif değerlendirmelere en yakın olanı astrolojidir. Astrolojinin horoskopları yıldız ve gezegenlerin konumları dikkate alınarak hazırlanır. Büyücü çeşitli hareket ve nesneler vasıtasıyla kişinin dikkatini başka yöne çektiği gibi, astrolog da bu etkiyi horoskop haritası ile yapar. Astrolojik kehanet ise horoskop haritasının yorumlaması ve zodyak işaretleriyle yeryüzündeki olaylar arasında gizemli ilişkilerin kurulması ile başlar. Burada gökyüzünde olanların benzerinin yeryüzünde de olduğu, yıldızlarda yazılı şeylerin yeryüzüne de yansıdığı, insanın makrokozmosun mikrokozmik modeline dayandığı şeklindeki ön kabuller etkilidir.


Yıldıznâmelerde burçların özelliklerine dair yer alan bilgiler geçmiş tecrübeler sayesinde ortaya çıkmıştır. Günümüzde astroloji giderek yayılmakta, yazılı ve görsel basında fazlaca  yer almaktadır. İstatistiklere göre tüm dünyada çıkan gazetelerin dörtte üçünde günlük astroloji ve fal sütunlarına yer verilmekte, şehir ve kasabalarda özel astroloji danışmanları bulunmaktadır. Sonuç olarak İslâm dini diğer okült uygulamalarda görüldüğü gibi bu fantezilere de olumsuz bakmaktadır.  Müslümanlık zemininde bir takım işlemler sonucu yıldızların insanları etkilediğine inanmak tevhid inancına aykırı bir durumdur. Bu tür faaliyetler inanç boyutuna taşınmadan fal, eğlence ve fantezi diye yapılsa bile bazı saf insanları aldatma ve onları istismar etme anlamına gelebilir. Dolayısıyla yıldız bakıcılığı bu şekliyle bilinçsiz ve sadece para kazanma yöntemi olarak değerlendirildiğinde  bir hurafe ve bâtıl inanç olmaktan öteye geçmez. Onu icra eden kimse gayri ahlâkî bir tavır içindedir. O yüzdendir ki uzun yıllardır bu işe zaman ayırmamış, birden ortaya çıkan kimseler aldatıcı ve dolandırıcı olabilir. yıldız falına baktırmak isteyen kimseler özellikle bakıcının durumundan, olaylara bakışından, taleplerinden ve birebir temaslarından ne durumda olduğunu anlayabilir. Bu konuya ilerleyen süreçte değineceğiz ve yıldıznameyi açacak kişinin gerçekliğiyle ilgili temel ve can alıcı bilgiler vereceğiz.


 Konuyla ilgili Arapça literatür daha çok astroloji ve falcılıkla ilgili genel kitaplar, ayrıca mevâlid, ihtiyârât, havâs, envâ' gibi konulara dair eserlerden oluşmaktadır (bk. HAVAS İLMİ; İLM-i AHKÂM-ı NÜCÛM). Türkçe'de fal ve falcılıkla ilgili kitaplar yanında müellifi bilinen veya bilinmeyen birçok yıldıznâme mevcuttur.


YILDIZNAME AMACI NEDİR?

Yıldızname kötü şeyleri düzeltme, onarım amaçlı bakılır. Müslümanlarda  yıldızname Hz. Muhammed (S.A.V)'in torunlarından İmamı Cafer hazretlerinin nutuk ilminden doğan bir yöntemdir. Ayrıca günümüz teknolojik gelişmeleri sonucu ve geçmişten bu güne gelen bilgi kütüphanelerine ulaşımın kolaylaşması noktasında, ibranilerin, hristiyanların, çinli ve hintlilerin, ortadoğu toplumlarının yöntemleri de benimsenmiştir.

 Yıldıznamede bakıcı genel olarak olumsuz ve olumlu bilgileri elde edip elde ettiği bilgileri çözüm amaçlı olarak kullanmaktadır. Yıldızname bakımında telepatik ve görsel hissi duyularda devreye sokularak çözümleme yapılır. Bu bakım teknikleri içinde en güvenilir olan yöntem ise kendini bu konuda çok iyi yetiştirmiş, sadece hesaplama kabiliyeti olan değil, olayları akıl, zeka, duygu mantığından geçirebilen bakıcıların kendine özgü geliştirdiği yöntemdir.  . Yıldızname bakıcısı bakmaya dua ile başlar, dua ile bitirir. O yüzden bakıcıdan bakılanın emin olması gerekmektedir. 


  Şöyle toparlayacak olursak; yıldızname bir insana gelecekle ilgili bilgi vermek yerine, karşılaşması muhtemel olaylar, kimseler, yerler, mutluluklar, acılar gibi tüm insani kainat düzeninde yeri olan mevzularla ilgili ip uçları verir. Doğru kullanımında gerçekten çok faydalı ve olumludur.


  Bu konuyla ilgili sorular ve talepleriniz için lütfen bizimle iletişim kurmaktan çekinmeyin.